23 Mayıs 2013 Perşembe

BEN BİR KADINIM...


Son dönemde çoğu kız, aileleri tarafından kendi ayakları üzerinde durabilmesi için özenle yetiştirildi. Büyüyen bu kızlar, kendi maddi gücüyle istediğini alabiliyor, istediği yerde yemek yiyebiliyor, istediği yere gidebiliyor. Fakat ayaklarının üzerinde duramadığı, yerle bir olduğu, bütün özgüvenini kaybettiği, kendini değersiz hissettiren aşklar yakasını periyodik olarak terk etmiyor. Çünkü biz en başta kendimize değer vermiyoruz. Bilemiyoruz ki, kendimize vermediğimiz değeri başkasından beklemek büyük bir haksızlık… Bu hayatın her alanında böyle, hepimiz kendi değerimizi ilk başta kendimiz belirliyoruz ve karşımızdaki insanların bize davranışları genellikle bu doğrultuda oluyor...

Bu tip düşünceler kafamda dolanırken Seda Diker’in iki kitabıyla tanıştım, açıkça söylemek gerekirse başlangıçta kitap isimleri beni itti. Ama yazar hakkında referansım çok sevdiğim bir arkadaşım olunca okumaya başladım. Şu an iki kitabını bir hafta bile dolmadan bitirdim, biri Aslında Giden Erkek Yoktur, ikincisi ise Aslında Ayrılık da Yoktur

Ve size Aslında Ayrılık da Yoktur’dan bir bölümü paylaşmak istedim. Sanırım biz kadınları anlatan ve kaybetmek zorunda bırakıldığımız özgüvenimizi yeniden kazanmamız için, içimize dönüp bir adım atmamızı sağlayan en doğru yazılardan biri olmuş…

Çok geç kalmadan iki kitabı da okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum…
Kendinizi sevmeniz, sınırlarınızı çizebilmeniz ve kaybetmekten korkmamanız dileğiyle... 

BEN BİR KADINIM…

Olur, sen sevme beni… ben beklentisiz sevmeyi öğrendim.

Bu yol sevilmenin hazzından büyükmüş. Doğrudan üst dünyaya, Tanrı’nın evine götürüyor beni…

Gücüme mi çekildin? Bilgime mi?

Sorun değil, ben paylaşırım. Paylaşmak güzel şey. Gücümden yararlanman beni daha da büyütüyor zaten. Bilgi mi? O zaten paylaştıkça çoğalıyor… tıpkı bir vortex gibi… para gibi… gönülden paylaştıkça daha fazlası geliyor…

Sadece bedenime mi çekildin? Sevişmeyi seksten ayıramadan… bütünleşemeden… ya da bütünleşsek de bunun kıymetini bilmeden… bu kullanılmak değil nazarımda. Verdiğim kadar aldım. Evet… ama yetmezse ardıma bakmadan gitme hakkım saklı bende… bu seni sadece sıkıcı kılar… tüketmek sevgiyi çoğaltmıyor. Sen başkalarıyla körebe oynamaya devam ederken bir bakmışsın ben gitmişim… Duygularım seni korkutuyor mu? Ne yazık. Demek ki kendi duygularından bile korkuyorsun. Ayaklarının altında sağlam sandığın zemin kayıveriyor aşık olduğunda… Peki ya sağlam sandığın zemin, senin hala fark etmediğin güzelliklere çıkmanı engelliyorsa? Ya kısırdöngülerde tutuyorsa? Yalan bağımlılıklara mahkum ediyorsa?

Olsun, alay da etsen, hafife de alsan, ret de etsen, ben duygularımın sahibiyim. Kırılganlığım, sevgim, üzüntüm senin yüzündense ayıp değil… karşılık alamadan sevmek de ayıp değil…

Yumuşaklığım ve saflığım, içindeki kurnazlığı tetikliyor mu? Arkamdan neler çevirdiğini bilemem. Seni izleyemem. Takip edemem. Güvenimi kaybetmeyi hiç istemem. Güvendiğim sen değilsin ki zaten… ilahi düzen. Ben saflığımda kaldıkça, tertemiz duygularla sevgime kapımı hep açık tuttukça, ilahi düzen, bana senin hakkında görmem gerekenleri gösterir zaten…

Ben özgürüm… özgürlük ne demek bilir misin? Bir kadının zarif, başı dik, eğlenceli ve gizemli özgürlüğü, onun ne yaptığında değildir. Korkutmasın bu seni. Kadının özgürlüğü bacaklarını kime açtığı değildir. Mutluluğunu sadece kendi ellerinde tutmasıdır. Başkalarının gelmesine, görmesine, iki dudağının arasından çıkanlara değil…

Sen beni mutlu edemedin mi? Olsun… ben kendi hayatımın merkezine yerleştiğim anda senden beklentim kalmaz. İşte o zaman sen gelip benden zaman dilenirsin. Ben eğlendikçe, eğlendirdikçe, durmak istemediğim yerde durmadıkça, canım istediğinde yeniden sana gelebilip, istediğimde özgürce gidebildiğimde sen bana çekilirsin.

Çekilmezsen canın sağolsun…

Sen de özgürsün… sevmek, özgür bırakmaktır.

Yanımda olmuyor musun?

Bir şey söyleyemem. Sadece kalbimdekileri, saygı ve takdir isteğimi belirtirim. Sen buna uyar veya uymazsın. Seni yanımda istediğimi hissettiririm. Çünkü sevmek dokunmaktır. Ve seni bana getirecek olan, sadece kalbimdeki sevgidir. Benim çabalarım değil.

Öyleyse olma yanımda…

Kadınsı gücümle, çekim yasasını kullanabilme gücümle donanmak mı istiyorsun? Evet, ben bir kadınım ve seni her şartta odaklanıp elinden tutup yukarıya, hayallerine taşıyabilirim… bir kadın bir hedefe odaklandı mı, onu kimse engelleyemez…

Ben bir kadınım. Şefkatli, yumuşacık, sevecen, hayatla dans eden, gülen, eğlendiren, saf, temiz, özgür, seksi, bedenini seven, duygusal, kırılgan…

Ama beni çantada keklik görme sakın…

Senin için yapacağım fedakarlık, sadece gönlünde bana hissettiğin sevgin kadar olacaktır. Senin sevgin kadar…

Benimki hep var olacak…

Hissettiğin kadarını al.

Hissedemediğin, senin kaybın olacaktır. Ben vedalardan korkmam.

Benimse çok daha güzel bir dünyaya yolculuk biletim…

Kendi ruhumu özgürce ve sevgiyle yaymaya devam ettikçe, kendi merkezimde kaldıkça, hayatıma en doğru ve uygun kişi hep gelecek…

Kadınlık gerçek sevgiye teslimiyettir.

Seda Diker

18 Nisan 2013 Perşembe

Bu da benden ayrılık...

 



Her insanın hayatında unutamadığı biri var
hem en büyük mutluluğu hem de en derin acıyı onunla tattığı...

Beraberken bulutların üstüne çıkmışsındır onunla
sonra bir bakmışsın mağmanın da altlarında bir yerlerdesin bütün dünya üstüne çöküyor
sen nefes almak istiyorsun, alamıyorsun.. konuşsan sanki kimseler duymuyor
bağırmak istiyorsun sesin çıkmıyor
sanki denizdesin diplere doğru gidiyorsun, elini uzatıyorsun ama kimse tutmuyor…

Herkese anlatmak istiyorsun derdini
bazen de anlatamıyorsun bile çünkü ayrılığı kendine itiraf etmek bile zor geliyor
inanmak istemiyorsun inkar ediyorsun...

Ondan bundan akıl alıyorsun bir kulağından giriyor diğerinden çıkıyor
üstelik hepsi de aynı şeyleri söylüyorlar sana sakın dönme ona , tekrar olmaz affetme, barışma..
oysa sen bütün gün onun aramasını bekliyorsun ama beklediğin telefon bir türlü gelmiyor

Daha da küsüyorsun hayata ,başkasıyla avunmaya çalışıyorsun olmuyor
herkeste onu arıyorsun ama kimse ona benzemiyor
içkiye sarılıyorsun , belki de sigaraya kimi zaman uyku haplarına iyice uyuşuyor kaskatı oluyorsun
beyninin ortasında bir boşluk,sanki hep sarhoşsun sanki dünyada değil ahirette değil bambaşka bir yerdesin
kimsenin senin görmediği , kimsenin seni duymadığı , en çok da anlamadığı

Hep yaşanan mutlu anılar canlanıyor hafızanda
kötülerin hepsi uçup gidiyor aklından yani hafızan sana sağlam bir kazık atıyor
hayaller kuruyorsun ama hiçbiri gerçekleşmiyor
olmuyor ,günler geçiyor hiçbirşey senin umduğun gibi olmuyor
isyan ediyorsun, kaderine küsüyorsun belki de ona lanet ediyorsun
ama dönüp baktığında yine resimdeki yüzünü seviyorsun
dünyanın sonu gelse onun dizinin dibinde ölmek istiyorsun
zaman geçiyor unutuyorsun belki ama kılıç yarası gibi hep bir izi kalıyor…


Evet böyle aşklar kaldı mı bilmem ama herkes hayatında en az bir kere böyle hissetmiştir herhalde…

Uzun lafın kısası kıssadan hisse ; gerçek aşk kolay bulunmuyor , eğer bulduysanız kaybetmemeniz dileğiyle…

Herkese sevgiler J

17 Mart 2013 Pazar

Michelle Obama stili...

Michelle Obama, Vogue Nisan 2013 sayısına konuk oluyormuş....



M.Obama'nın stilini çok beğeniyoruz ben, bu sebeple bir kaç tane en sevdiklerimden seçki hazırladım...












 
Tüm bu fotoğraflara bakıldığında görülen net bir şey varki M.Obama hep çok doğru renk seçimleri yapmış, İyi giyinmenin de en önemli koşullarından biri de doğru renk seçimleri, bence...  ve bu durumu günlük giyimine de çok doğru bir şekilde uygulamış...

Benim M.Obama'ya en çok yakıştırdığım renkler ise fuşya pembe ve siyah oldu, oldum olası esmer bayanlara bu rengi çok yakıştırırım, örnek vermek gerekirse de"huntedby"ı birlikte kurduğumuz sevgili esmer güzeli arkadaşım Selin Süel, ilerleyen günlerde kendisinin fuşya pembe ve siyahla yaptığı kombinasyonları görmeyi talep ediyorum buradan ayrıca;)

Herkese mutlu, keyifli pazarlar...

 

16 Şubat 2013 Cumartesi

Beyrut –Lübnan (Beirut-Lebanon)


Ortadoğu’nun Paris’i Beyrut… Bu tabiri duyduğunuzda Ortadoğu’da modern bir şehir kafanızda canlanıyor, Paris gibi eşsiz bir şehir… Ama ben Beyrut’u herhangi bir yere benzetmek istemiyorum, çünkü Beyrut tarihi güzellikleriyle , doğasıyla , iklimiyle, mutfağıyla , müzikleriyle ve tabi ki vazgeçilmez gece hayatıyla eşsiz bir şehir… Beyrut için tam anlamıyla doğuyla batının sentezi diyebiliriz…
Beyrut’a Türkiye’den vize yok , yol da sadece 1,5 saat sürüyor , bu nedenle ulaşım açısından çok rahat. Kesinlikle en az bir kere gidilip görülmesi gereken bir yer diye düşünüyorum. Özellikle baharda ya da yaza doğru gidilmesini tavsiye edebilirim. Denize girme imkanı da olabilir. Biz 4* Plaza Otel’de kaldık , şehir merkezindeydi bu otel dolayısıyla ulaşım açısından hiç zorlanmadık ayrıca otel oldukça temizdi , otelin bulunduğu cadde üzerinde bir sürü alışveriş yapabileceğimiz mağazalar da vardı. Konum , temizlik ve çalışanlarının ilgili yaklaşımı beni çok mutlu etti. Şimdi öncelikle şehir eski şehir ve yeni şehir diye 2’ye ayrılıyor. Şehrin modern kısmı ; Hamra bölgesi, bir de eski şehir merkezi var. Burda “Martyrs Meydanı”nda bulunan arkeolojik kazı çalışmaları ile kiliseleri, camileri ve tarihi eserleri ve Beyrut’un en önemli simgelerinden biri olan Fransızca’da Yıldız anlamına gelen ‘’Etoile’’ meydanını ve saat kulesini gezebilirsiniz. Etoile meydanına ilerlerken sağlı sollu cafeler var , bu cafelerde hem birşeyler atıştırabilir , hem de hemen hemen hepsinde nargile içme imkanı bulabilirsiniz. Beyrut’ta henüz kapalı mekanda sigara yasağı yok , o yüzden her yerde sigara, nargile, vs.. içilebiliyor. Nargileler Türkiye’dekilere göre oldukça ilginç… Nargilenin marpucunu karpuz, kavun , ananas gibi meyvelerin içinden çıkartmışlar , mutlaka denemenizi tavsiye ederim. Sahil kıyısından ilerlediğinizde Güvercinler Kayalığını göreceksiniz , müthiş bir manzara… Daha yakından görmek isteyenler için teknelerle bu 2 kayalığın arasında gezinmek de mümkün olabiliyor… Beyrut Souk alışveriş bölgesi , burası aynı bizdeki Nişantaşı gibi hem kapalı hem açık alanları var… Bütün ünlü markaları bulabileceğiniz bir kompleks... Gece hayatına gelirsek, en ünlü ve lüks restaurant Abdelwahab önceden mutlaka rezervasyon yaptırıp gitmeniz lazım , rezervasyon olmadan kabul etmiyorlar… Lübnan mutfağını sevenler için özellikle öneririm. Burası biraz pahalı olmakla birlikte, yine güzel Lübnan mezelerinden tadabileceğiniz daha ekonomik olan mekanlar da var…Mounir , Karam, Mayrig , Leila tavsiye edebileceğim restaurantlar arasında , Lübnan mutfağı tercih edenler için özellikle…Gece hayatı için , Sky bar bizdeki Reina’ya benzer bir mekan deniz kenarında ancak sadece yaz sezonu açık oluyor , yine mutlaka rezervasyonlu gidilmesi gereken bir mekan, B018 yine en popüler mekanlardan biri, yeraltında bir tabutun içinde gibisiniz, barın ilginç bir konsept var , üstü tamamen açık yukarı baktığınızda ışıl ışıl yıldızları görmek mümkün özellikle 02:00’den sonra hareketleniyor. Yine en popüler mekanlardan birisi de Buddha Bar… New York’taki Buddha bar’ın aynısı , iç dekorasyonu alabildiğine ihtişamlı , çok büyük bir gece klubü 2 kattan oluşuyor… Çok eğlenceli bir mekan genelde yabancı pop çalınıyor ,ayrıca Türkçe de çalınıyor bu mekanda , biz gittiğimizde Ajda , Tarkan ve İbo’nun şarkılarını da çalmışlardı. Lübnan’lılar Türk’leri çok seviyor , Türk dizilerine , Türk sanatçılarına büyük rağbet gösteriyorlar.  Bir diğer tavsiye edebileceğim mekan da MusicHall yine rezervasyonlu gidilmesini öneririm. Bizdeki Cahide konsepti gibi düşünebilirsiniz burayı, ortada bir sahne var, kabare showlar yapılıyor , devamlı sahne değişiyor , farklı konseptler sunuluyor seyirciye. Çok şık ve eğlenceli bir mekan…
Sanırım Beyrut’ta gündüz ve gece yapılabilecek herşeyden detaylı olarak bahsetmiş olduk , şimdi gelelim Beyrut’un yakınlarında neler yapılabileceğine :) Harissa , Jeita ve Byblos da yine hazır Beyrut’a gitmişken gidilip görülmesi gereken yerler arasında… Harissa’ya gittiğinizde teleferikle en tepeye
çıktığınızda muhteşem bir manzaraya şahit olacaksınız , işte Beyrut ayaklarınızın altında :) Burda meşhur Meryem Ana heykelini göreceksiniz , bu dünyadaki en büyük 2. Meryem ana heykelidir. Byblos da yine dünyanın en eski limanlarından biri, burdaki güzel manzaralara şahit olup , eski kalıntıları gezebilirsiniz. Bir de dünyanın 3. büyük doğal mağarası Jeita’yı mutlaka ziyaret etmenizi tavsiye ederim , buzullardan oluşan bir mağara , içeride karşılaşacağınız görüntüler gerçekten çok ilginç , buzulların erimesinden mağaranın içinde bir göl oluşmuş , mağaranın içinde bir tekne gezintisi yapıp mağaranın içinde değişik enstantaneler yakalamak mümkün… Mağara koruma kapsamında olduğu için içeride resim çekmek mümkün olmuyor…
Yine başka bir seçenek ise Baalbek, Ksara gezisi yapılabilir. Baalbek dünyanın ikinci büyük Roma dönemi harabeleridir. Lübnan'ın geçmişinin en önemli göstergeleri burada yer alıyor. Burdan Ksara’ya geçebilirsiniz bu bölge özellikle şaraplarıyla ünlü… Bölgeye özgü şarapları tatmanızı mutlaka tavsiye ederim… 
Yazının başında da dediğim gibi burası tam bir doğu batı sentezi… Bir yanda geleneksel Arap kıyafetleri giyinen erkekler bir diğer yanda gösterişli , modern Beyrut kızları… Beyrut kızları dünya üzerinde görebileceğiniz en güzel kızlar arasında yer alıyor diyebiliriz... İnanılmaz seksiler , hemen hemen hepsinin kaşları dövmeli , aşırı abartı makyajlar yapıyorlar ve dekolte giyiniyorlar…  
Beyrut içinde genelde mesafeler çok uzak değil , o nedenle taksi kullanmak mantıklı… Taksilerde mutlaka pazarlık yapın , pazarlık yapmadan taksiye sakın binmeyin , fiyatı bayağı indiriyorlar. Taksilerde İbo dinliyorlar , oryantal müzikler çalıyorlar , daha mekana gitmeden coşkuyu veriyorlar kısacası :)
Beyrut’taki duty free’den sigara almanızı tavsiye ederim , biz gittiğimizde şöyle söyleyebilirim bir karton Marlboro Beyrut Duty Free’sinde 18 Euro iken , Türkiye’de 26 Euroydu. Sigara ve alkol satın
alacak olanlara benden tavsiye mutlaka Beyrut duty free’yi tercih etmeniz…

Son olarak Beyrut'la ilgili altını çizmemiz gereken en önemli konu , herkesin kendi dinini özgürce yaşıyor olması... Müslümanlar ve Hristiyanlar iç içe yaşıyorlar . Camiler ve kiliseleri her yerde yan yana görmek mümkün... Herkes birbirine saygılı. Tam bir eşitlik var diyebiliriz hatta bunun en büyük örneği, mecliste bile Müslüman ve Hristiyan sayısı eşit olması...


Güvercinlik Kayalığı (Rouche Rocks)

(Çanta:Longchamps)


Music Hall Beirut

(Üst: Twist , Etek:Atlas Pasajı, Çanta:Batik)


Buddha Bar

(Kot ceket:Nişantaşı By Sally , Pantolon ve çanta: Batik)

İşte kuşbakışı Beyrut


Byblos


Beirut Souk


Yine Beirut Souks'dan bir görüntü...

(Ceket:Bershka, Etek: Batik , Ayakkabı: Mango , Çanta:Longchamps)


Burası Beyrut'un en ünü restaurantı , Abdelwahab... özellikle Türk'ler çok rağbet ediyor.

Yine Byblos'dan bir görüntü , Beyrut yukarıda bahsettiğim gibi özgürlüklerin ülksei, Müslümanlar ve Hristiyanlar kaynaşmış durumda... Her yerde yan yana cami ve kiliseleri görmek mümkün.. Bu da herkesin biribirine ne kadar saygılı olduğunun bir kanıtı gibi...

12 Şubat 2013 Salı

Dubrovnik-Croatia


Dubrovnik , çok sevimli bir sayfiye şehri. Yaz aylarında gitmek en mantıklısı zaten sezon yaz başı başlayıp yaz sonu bitiyor. Biz Ekim sonu gittiğimiz halde şanslıydık ki havanın sıcak olduğu bir döneme denk geldik ve rahatça gezip denize girme fırsatımız oldu. Genelde oteller Lapad Bölgesinde yer alıyor. Biz 4* Neptun Hotel’de kaldık , konumu , odalarının büyüklüğü ve genel olarak temizliğiyle tavsiye edilebilecek bir otel olmakla birlikte , bazı memnuniyetsizlikler de yaşamadık değil , ama zaten günün büyük kısmını dışarda gezmekle geçirileceği için Lapad bölgesinde 3* bir otelde kalmak bence daha az maliyetli olacağı için daha mantıklı. Oteller genelde temiz ve Türkiye’deki kaliteye göre de biraz daha yüksek. Genelde oteller Lapad bölgesinde yer alıyor , otobüsle Old Town’a yaklaşık 10-15 dk sürüyor. Old Town’da yürürken kendimi  Roma’da Fontana Di Trevi’nin arka sokaklarında yürüyormuşum gibi hissettim. Ortada mermer bir cadde ve onu kesen daracık , paralel sokaklar.. Sanki her sokağa girdiğinde farklı bir gizem farklı bir enstantaneyle karşılaşıyorsun.. Deniz ürünleriyle pek bir ünlü Hırvatistan, mutlaka bir yerlerde özellikle büyük bir tabakta gelen midyeden yemenizi tavsiye ederim. Çok fazla Türk turist aldığı için Dubrovnik’teki çoğu restaurantta Türkçe menüler bile var J Akdeniz kültürü hakim olduğu için güzel pizzacılar ve spaghetti yemek de mümkün … Liman’da Poklisar , yine Old Town’da Penatur , Oliva tavsiye edebileceğim restaurantlar arasında. Özellikle Oliva’nın pizzaları oldukça lezzetli , İtalyan pizzası tadında.. Gece hayatı bizim gittiğimiz sezonda çok canlı olmamakla birlikte özellikle canlı müzik yapan birkaç tane jazz bar var tavsiye edebileceğim , Jazz cafe troubadour en iyisiydi , genç bir müzik bandı var , iyi müzik yapıyorlar açık havada dinlemek keyifli oluyor , bir de Old city’nin kapısından girdiğinizde büyük bir çeşme var , çeşmenin hemen yanında sokağa girdiğinizde yine canlı müzik yapan bir Jazz bar var , 2 yaşlı amca çalıyorlar orası da keyifli bir yer ama mekanın adını anımsayamıyorum. Yine ara sokaklarda Irish Pub sevenler için bir Irish Pub bulunmakta bir de Sky Bar var yine Irish pub tarzında… Bu arada gece clubu olarak Fuego ve Revelin de yine tavsiye edebileceğim mekanlar arasında…

Old City’de yapılması gerekenler ;
* Surlara çıkıp yürümek , manzaraları keşfetmek ve fotoğraf çekmek,
* Glass boat ile Lopud adası etrafında tekne turuna çıkmak ,
* Teleferikle tepeden Dubrovnik’e kuşbakışı bakmak ,
* Sokakların arasında kaybolup alışveriş yapmak ,
* Cafelerde oturup dondurma yemek ,
* Tarihteki ilk eczaneyi görmek ,
* Deniz ürünleri  yemek ,
* Denize girmek ,

Dubrovnik’te mutlaka denize girmelisiniz , bir akvaryumun içinde yüzdüğünüzü hissediyorsunuz , deniz inanılmaz temiz , Hırvatlar denize bir sigara izmariti bile atmıyorlarmış , limandan bile denize girmek mümkün , Adriyatik denizine hayran kalmamak elde değil…
Tabi Dubrovnik’e gitmişken gidilmesi görülmesi gereken başka ülkeler de var ;
Örnekse ; Bosna Hersek ‘te Mostar şehrine gidilmeli , hala binaların üzerinde savaşın izlerine rastlanıyor. Osmanlı’dan kalma Mostar köprüsü ve camiler oldukça ilgi çekici , özellikle Mostar köprüsünün yıkılması mağaraya gizlenen birisi tarafından canlı olarak görüntülenmiş ve bu video oraya gelen turistlere gösteriliyor ve görüntüler gerçekten tüyler ürpertiyor. Tarihe meraklı olanların
özellikle gidip görmesini tavsiye ederim. Çarşısında bir sürü traditional eşyalar bulmak mümkün , bakırcılar , hediyelik eşyacılar , şirin dükkanlar var, nehrin kenarındaki küçük cafelerde çay , kahve içmek de keyifli oluyor. Her yerde Tito’nun resimleri var , halk Tito’yu çok seviyormuş ; Tito’nun  ölümünden sonra Miloseviç’in başkan olmasıyla birlikte çıkan savaş özellikle bu bölgeyi ve Müslümanları hedef alıyor ve binlerce insanın ölümünden sonra 1 gün içinde barış geliyor bölgeye ve Yugoslavya 8 ülkeye bölünüyor , Türkler’i çok seviyorlar , hatta Türk parası geçiyor çoğu yerde…
Bir diğer görülmesi gereken ülke ise Montenegro yani Karadağ , az önce de bahsettiğim gibi Yugoslavya içinde bölünen ülkelerden biri ;ama konumu itibariyle oldukça şanslı bir ülke… Sadece Turizm gelirleri bile geçinmelerine yetiyor , konumu itibariyle ülkenin bir tarafı dağa bir tarafı denize dayanıyor. Çok şirin bir deniz ülkesi , Sveti Stefan özellikle jet sosyetenin son yıllarda gözdesi konumunda. Ada’nın ön kısmı dışardan baktığınızda görüntülenemiyor bu sebeple de özellikle paparazzilerden kaçmak isteyen ünlü yıldızların gözdesi haline geliyor. Karadağ’da Kotor kenti Dubrovnik’in bir küçük versiyonu gibi , çarşının içinde cafeler , publar ve şirin dükkanlar var. Sahildeki balıkçılar da çok güzel , balık yemeden dönmeyin derim ben… Gün batmadan otobüsümüz Kotor Körfez’inden dolaşıp geçti , karşılaştığımız manzaralar paha biçilemezdi…


  Cavtat

(Hırka:Burberry , Çanta:Louis Vitton, Kısa botlar:Twist)

Kuşbakışı Dubrovnik...

Vee Dubrovnik’in kapısından giriyoruz , işte Old Town :)

Old City’nin girişinde papağanlar karşılıyor bizi büyük bir sıcakkanlılıkla :)

Dubrovnik’in meşhur surları...

Old Town ve saat kulesi...





Surların üstünden enstantaneler...


Dubrovnik’te enteresan bir plaj :)

Surların içinde yaşam...

Sokak sanatçıları :)


Akdeniz kültürü hakim olduğu için özellikle deniz ürünleri ve pizzalar muhteşem :)

İşte Bosna’ya doğru gidiyoruz...

Bosna’da şelalenin yanında Boşnak kebabı ziyafeti :)

Meşhur Mostar köprüsü...

Mostar şehrinde çarşılar , bakırcılar , çok çeşitli hediyelik eşya bulmak mümkün...

(Tunik: Mango, Beyaz pantolon: Batik , spor ayakkabılar:Guess)

Evlenen çiftler mutlaka Mostar köprüsünün üstünden geçiyorlar , bu Bosna’lıların bir geleneği :)


Dediğim gibi Türk’leri çok seviyorlar, paramız çoğu yerde geçiyor.


Dubrovnik Old City’de ana mermer caddeyi kesen ara sokaklar :)

Bu da Karadağ sınırından bir kare...

(Sarı gömlek:Zara, gözlükler D&G)

Özellikle Jennifer Lopez’in ve ölmeden önce Michael Jackson’ın tercih ettiği Karadağ’ın ünlü Sveti Stefan adası... Paparazzilerin görüntü alamamasıyla adını tüm dünyaya duyuruyor... 

Karadağ’dayız , sahil kenarında salaş balıkçılar var...

Burda da Kotor şehrinin kapısından giriyoruz :)

İşte burası da Karadağ’da Kotor şehri , Dubrovnik’in bir küçük versiyonu gibi düşünebilirsiniz...

Kotor'da bir kilise...
Şanslı bir ülke Karadağ , bir yanı Montenegro dağına , bir yanı denize dayanıyor...

Kotor körfezinden bir enstantane... Sol yanımdaki doğal ada, diğeri de yapay ada...

Kotor körfezi yapay ada...

Bu da doğal ada...

Durovnik limanda çok hoş bir restaurant ; Poklisar...




 Dubrovnik’te Lopud adasının etrafında glass boat ile tur yaptık , yukarıda paylaştığım resimler ise objektifimize takılan görüntüler :)


Burası Oliva Restaurant , Old Town’da pizzalarıyla pek bir ünlü...

(Mavi gömlek: Nişantaşı By Sally)

(Çanta:Tory Burch, Mavi gömlek: Nişantaşı By Sally, Etek: Nişantaşı By Sally) 

Son olarak yine Dubrovnik Old Town'dan bir görüntü , bu oyuncak bebekler pek bir ünlü burada...